ANA SAYFA | AÇIKLAMALAR BÖLÜMLER | İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ ve MEKTUPLARIN AÇIKLAMALARI DİPNOTLAR SON NOTLAR



SON NOTLAR



1. Arif Tekin’in Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler” kitabının Sekizici Bölümünden.



(...)

Hatırlanacağı gibi kitabın bir yerinde, “Ben İsa ile Hz. İbrahim’e ayrı, Muhammed’le Musa’ya da ayrı olarak bakıyorum ve ileride 8. bölümde buna biraz değineceğim” demiştim. Bana göre bu konu çok önemlidir. Evet; biz hep kutsal dinlerin görünen dokümanları (Tevrat, İncil, Kur’an ve hadisler gibi), sonuçları üzerinde durup bu şekilde değerlendirmemizi yapıyoruz. Tabi ki bu da doğru ve önemlidir; ancak İsa ve Muhammed gibi önemli dini liderlerin ortaya çıktıkları dönemlerin sosyal, siyasal, felsefî, tarihî, teolojik koşullarını ele almadan, bunları hesaba katmadan derlendirme yaparsak -ki yapıyoruz- bu, işin en kolay tarafı oluyor. İsterim ki bunları çok kökten, tarihin derinliklerinden ele alarak yaklaşalım.

Tekrar ediyorum; şu an yaptığımız da doğru ve gereklidir; ancak bana göre derinlemesine bir yaklaşım değildir. Bu anlayışla yeni bir çalışmaya başlayacağımı şimdiden düşünüyorum. Evet; bana göre İsa ile İbrahim yararlı devrimcilerdir, inandıkları Allah’larını insanların lehine kullanmışlardır; ancak Musa ile Muhammed için aynı şeyleri söylemek doğru değildir. Bunlar, inandıkları Allah’larını tam tersine toplumun aleyhine; ama kendi çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır.

Bunu birkaç örnekle açmak gerekirse; Muhammed’le Musa’nın, Allah’ı kendi çıkarları doğrultusunda kullandıklarına dair örnekler vermeme gerek yok. Çünkü kitap baştan sona kadar bunlarla ilgiliydi. Zaten Kur’an’la Tevrat iç içe, Kur’an Tevrat’ın bir biçimiyle özetidir. Ancak İsa ve İbrahim’le ilgili iddialarıma ilişkin önemli bir-iki örnek sunacağım.

Kur’an’da diyor ki, İbrahim peygamber kendi oğlunu Allah rızası için (kurban niyetiyle) kesmek istemiş; hatta onu yere sererek bıçağı eline alıp kesmek üzereyken, Allah cennetten bir koç gönderip ‘oğlunu kesme; bu hayvanı kes’ demiş.(47)


(47)   Saffat, 101-107.


Bu konu hakkında bugüne kadar hep vaz’u nasihatlerde şu söyleniyordu: “Biz nerde din iman nerde! Baksana İbrahim peygamber kendi oğlunu bile Allah rızası için kesmek istemiş, ne kadar dindar, Allah’a bağlıymış...” gibi gerçeğinden saptırılarak duygusal ve hep zararlı bir mecraya çekilmiş.

Bana göre hadise şudur: İbrahim peygamber döneminde insan, tanrı için kurban edilirdi. İbrahim bu cinayetleri önlemek için bir formül bulmak istemiş; ancak eğer burada işi Allah’a havale etmeseydi, Allah cennetten koç gönderdi, artık böyle yapmayın demeseydi kimse buna inanmazdı. Yani; İbrahim’in bu efsanesinde kendi oğluyla bir danışıklı döğüşü söz konusudur.

İbrahim, Muhammed’den yaklaşık 2 bin beş yüz yıl önce bunu tanrı adına yaptığı halde; yine millet, Allah adına insanları kurban etmeğe devam ediyordu.

Nitekim Muhammed’in babası Abdullah da, nerdeyse  Muhammed’in dedesi Abdulmuttalib tarafından (Allah rızası için) kesilip kurban edilecekti...

Sadece Tevrat ve Kur’an’ı temel alsak bile, ben bu bilgilerden Hz. İbrahim’de de Hz. İsa gibi insanların çıkarlarına olan bir düşüncenin var olduğunu görüyorum. Onunla ilgili örnekler çoğaltılabilir.

İsa’da ise, (zaman faktörünün de avantajından olsa gerek) daha farklı- filozofik bir düşünce görüyorum. İsa’nın babasız dünyaya geldiği konusuna girmek istemiyorum. Beni ilgilendiren, onun hayatla ilgili yanıdır. Ancak İncil’deki şu bilgiyi de göz ardı etmemek lâzım: İsa’nın annesi Meryem, daha önce Yusuf adında biriyle nişanlanmıştı.(48)


(48)   Matta incili, 1/16; Luka incili , 3/23.


Bana göre eğer tanrı olağanüstü bir şekilde bir insanı yaratmak istiyorsa, o zaman kadından değil; erkekten yapsa biraz daha garip gelebilir; kadınsa böyle değildir! Bir kere sormak lâzım; acaba neden ta İsa’ya kadar kutsal dinlere göre insanın tanrılaştırılması olayı yoktu da İsa ile ortaya çıktı? Bu soruya verilen yanıt çok önemlidir.

İnananlar, İbrahim’in, oğlunu kesmeye teşebbüsünü nasıl yanlış bir şekilde değerlendirmişlerse -ki hala da aynı anlayış sürüyor-, İsa için de, ‘Maşallah İsa Allah’ın oğludur, ne büyük bir insandır...’ gibi, inananlar arasında varılan bu değerlendirme, İsa’nın gerçek kimliğini yansıtmıyor.

Ben İsa’da Hallac-ı Mansur’un, “Ene’l Hak” felsefesini görüyorum. Kur’an ve İncil’de bunu teyit eden çok somut örnekler vardır. İsa katında en kutsal olanı insandır. Mesela; hasta olan birini, cumartesi günü tedavi ediyor. Yahudilikte cumartesi günü iş yapmak yasak olduğundan dolayı, Yahudiler ona itiraz ediyorlar.


Hz. İsa onlara, “Siz çarpıtıyorsunuz! Cumartesi günü insan içindir; insan cumartesi günü için değildir” diyor ve “İnsan, aynı zamanda cumartesinin rabbidir” deyip, iddiası konusunda çok açık bir ipucu veriyor.(49)


(49)   Markos, 2/23-28; Luka, 6/2–5.


Yine bir gün kendisinden, “Bir bayan önce bir erkekle evlenmiş; daha sonra erkek ölünce bu sefer onun kardeşlerinden biriyle evlenmiş. Sırayla evlendiği 7 kardeşin hepsi de ölmüş. Acaba dul kalan bu kadın kıyamet günü hangi kardeşe düşecek?” diye soru sormuşlar. İsa yine onlara , “Siz çarpıtıyorsunuz! Bu kadın kıyamet günü evlenmeyip gökte melekler gibi yaşayacak. Şunu bilin ki, Allah yaşayanların rabbidir; ölülerin değildir” yanıtını vermiştir.(50)


(50)   Matta, 22/23–33; Markos,12/18–27 ve Luka, 20/ 27–38.


Ben bundan, İsa’nın tanrıya inanmadığını kastetmiyorum. Gayem, adı geçen dini liderlerden kimin, mukaddesatını toplum yararına, kimin de kendi şahsi yararına kullandığını belirtmektir.

Ben İncil dışında Kur’an’da da İsa hakkında “Ene’l Hak” belirtilerini görüyorum. Mesela; Maide suresi 116. ayetinde İsa’ya hitaben, “Ey Meryemoğlu İsa, sen mi insanlara: ‘Beni ve annemi, Allah’tan başka iki tanrı edinin’ dedin?” “Hâşâ, dedi, sen yücesin, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer demiş olsam, sen bunu bilirsin, sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben ise senin nefsinde olanı bilmem, çünkü gaypları bilen yalnız sensin!”

Ayette Allah’la İsa arasında geçen bu konuşmayı kim görmüş, bunun ispatı nedir sorusunun kim yanıt verebilir ki!

Şunu da kabul etmek gerekir ki, İsa o günkü koşullarda bundan daha ziyadesini yapamazdı. Etrafında kendisine destek veren sadece 12 arkadaşı (havari) ile annesi Meryem ve  kendisine hizmet eden Mecelleli Meryem’den başka kimse yoktu. Bu on iki havari içinde de kendisine ihanet edenler vardı. Örneğin; “Yahuda İskaryot” 12 havariden biri olup İsa’yı ele veren kişi. Onun İsa’yı ele vermesi sonucu İsa çarmıha geriliyor.(51)


(51)   Markos İncili, 14/10–21, 43.







2. Turan Dursun’un Kutsal Kitapların Kaynakları 1” kitabının Özet Bölümünden.



ÖZET

1. “Tanrı”, güçsüzlük içindeki “korku-umut” ortamında yaratılıp yaşatılagelmiştir. “Güçlü”lerin kılavuzluğunda ve çıkarları doğrultusunda...

a ) “Kur'an'ın Tanrısı”nın adı da, kendisi gibi başka toplumlardan gelmedir. Ne adının “aslı” Arapçadır, ne de “asıl yurdu” Arap ülkeleridir.

Bu “Tanrı”, hemen tüm “sıfat”larıyla birlikte “dışarıdan” gelmiştir. Getirilmiştir. Güçlü egemenler eliyle...

Daha önceki “kutsal kitap”ların, İncil'in, Tevrat’ınki de aynı “Tanrı”, O da öyle. O da “dış”tan, çeşitli toplumlardan sokulma. “Aşırılarak”... Değişik görünümler verilerek... Yine güçlülerin eliyle, güçlülerin çıkarlarına uygun biçimde...

Zerdüştçülüğün “kutsal kitabı” sayılan Avesta’daki “Tanrı” (Hürmüz=Ahura Mazda) da başka değil, aynı “Tanrı”. Biraz “değişik” görünse bile... Yine “aşırılma”...

Bu “kutsal kitaplardaki “Tanrı”, çok daha önce “Sabiîlik” dininin, çeşitli adlardaki “kutsal kitap”larında vardı. Tüm “nitelik”leriyle...

Eski Mısır’daki “Aton”, eski Babil’dekiMarduk”, “Şamaş”, Ken’an (Fenike) yörelerindeki “Ba’l”, “El” (İl), “Arami”lerdekiHadad” (Adad=Eded=Addu), İslam öncesinin Araplarındaki (dışarıdan sokulma) “Hubel”, “kutsal kitaplardaki “Tanrı”dan başka değillerdi. “Kutsal kitap”ların yazarları alıp işlerlerken, çeşitli nedenlerle, çoğu kez de “kaynak belli olmasın” diye, biçim, anlatım değişikliği yapmışlardı, o kadar.

“Kutsal kitap”ların “Tanrı”sına kaynaklık etmiş olan daha nice “Tanrı” vardı. “Ad”lar değişik olsa da ve değişik biçimde anlatılsalar da hepsi, aşağı yukarı “aynı”ydı.

b) “Kutsal kitap”ların “Tanrı”sı, geldiği kaynaklarda, “köleci toplum” yapısında yaratılmıştır.

Bu “Tanrı’nın “efendi” (Rab) niteliğini alması bundandır. Söz konusu kitapların hepsinde köle “meşru” (kurala uygun) görülmüş, kurumlaştırılmıştır. Hepsinde “efendi”ye “itaat” (boyun eğme) öğütlenir. Yani “efendi” Tanrı’yı yaratan “efendiler” olmuştur. İslam’ın, Hıristiyanlığın, Yahudiliğin “Tanrı”sına “Rab” denmesi; “Rabb”in “efendi” anlamına gelmesi; bu “Tanrı”nın kaynaklandığı “Ba’l”in de, “Dumuzi”nin de (Temmuz’un), aynı kaynaktan gelen Yunanlıların Tanrı’sı “Adonis”in de aynı anlamda, “efendi” anlamında olmaları boşuna değildir.

Toplumun “Kral”ı, işçinin “patron”u ve “karı”nın “koca”sı da birer “efendi”dir. Kur’an’da “koca”ya, “efendi” anlamına gelen, ünlü Tanrı “Ba’l”in adıyla “ba’l” denmesi, düşündürmelidir insanı.

Bu böyledir çünkü: “Tanrı”mız, “erkek”lerin etkin, egemen oldukları “aile” döneminde yaratılmıştır. Onun için bu “Tanrı”, “erkek”tir. Tevrat’ta da, İncil’de de, Kur’an’da da; açıkça, “erkeklere özgü” ad ve anlatımlarla dile getirilir. Ve onun için kadınlara karşı, erkeklere “üstünlük” verilir hepsinde de.

c) “Kutsal kitap”ların “Tanrı”sını, “Putatapar” toplumlar yaratmıştır. Bu “Tanrı”ya hemen hemen “son biçimi”nin verildiği dönemlerde, “Güneş”e, “Ay”a, “yıldız”lara, “gezegen”lere, daha doğrusu bunların simgelediğine inanılan “Ulu Tanrı”ya tapılırdı. “Gök”, son derece önemliydi “Tanrılık” alanında. Eski Mısır’da, Firavun Akhnaton’un “Tek Tanrı” diye duyurduğu “Aton”, bir “Güneş-Tanrı”ydı. Eski Babil ve çevresindeki toplumlarda, Filistin ve dolaylarında, eski İran’da, “Hint”te, eski Yunan’da inanılan çeşitli “Tanrılar” arasında adları geçse de sonuçta kendisine ulaşılmaya çalışılan “Ulu Tanrı”larda hep vardı bu nitelik. Bunların, şurada burada, özellikle “tapınak” ve çevrelerinde “put”larla simgelendikleri de olurdu. Ama ulaşılmak istenen, yardımı dilenen “Tanrı”, simgelerin ötesindeydi, “asıl Tanrı”ydı, “tek” “Tanrı”ydı. Yani “kutsal kitap”ların “Tanrı”sı. İyice incelendiğinde görülür ki, “kutsal kitap”lardaki “Tektanrıcılık”laPutataparlık”taki “Çoktanrıcılık” arasında büyük bir “fark” yoktur. Dahası, “hiç yoktur!” bile denebilir. “Var” görülen, görünüştedir yalnızca.

“Güneş Kültü”nün, “Ay Kültü”nün de içinde bulunduğu “yıldız-gezegen” “ibadet”i “Sabiîlik” dininin çatısı altındaydı. Geniş anlamıyla alırsak, dünyanın çeşitli yörelerinde de, bu dinin çatısındaki “inanç”ların görüldüğü söylenebilir. Eski “Mezopotamya”dan eski İran’a, “Hint”e, daha uzaklara, eski “Mısır”dan eski “Suriye”ye, Arap Yarımadasının çeşitli kesimlerine, eski Yunan’a, Anadolu’nun değişik illerine, yörelerine, Asya’dan, Afrika’dan, Avrupa’dan başka “Amerika”nın her üç kesimine de yayılmıştı “yıldızlarataparlık”. Bu “taparlığın” belirli bir “inanç düzeni” içinde, “temsil” edildiği, kucaklandığı “din”, Arami-Süryani topluluklarının sahip çıktıkları dindir: Belki de adı çok sonraları konmuş olan “Sabiîlik”.

Sabiîlik”, birçok kesimden, çeşitli toplumlardan “inanç mikropları”nın akıp oluşturduğu çok büyük “mikrop taşıyıcı ana ırmak” gibi akarken “kutsal kitaplar” oluşturmuş ve “kol”lara ayrılmış bulunur. Örneğin, Zerdüştçülük, Yahudilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık; onun kollarından ve kollarının kollarındandırlar. Avesta’nın, Tevrat’ın, İncil’in ve Kur’an’ın “Tanrı”sı, nitelikleri ve kurumlarıyla birlikte, çok büyük ölçüde bu dinin (Sabiîliğin) kutsal kitaplarından alınıp aktarılmadır. Ya doğrudan, ya da dolaylı yollardan... Sonrakiler de çoğunlukla birbirlerinden kopya etmişlerdir. Sonrakiler, öncekilerden... Yine ya doğrudan, ya da dolaylı yollardan... Kimi zaman, görünümlerde değişiklikler de yaparak...

d) “Kutsal kitaplar”ın “Tanrı”sı, yaratılıp “son biçimi”nin verildiği “köleci toplum” döneminden çok daha önceki dönemlerde, “ilkel toplum”larda “mayalanmış”tır. “En ilkel inanç”larda. “Animizm” (canlıcılık= ilkel ruhçuluk) dininde, “Totemizm” denen (ilkel topluluğu, kimi kutsal yaratıklara, kimi kutsal nesnelere, olaylara yakınlık bağıyla bağlayan) dinde... Bu dinlere bağlı ilkel toplumlardaki “Yüce Varlık” ve “Mana” incelendiğinde, “Kutsal kitapların Tanrısı”nın “ilk kaynağı”nın nerelerde olduğu görülür.

Şu satırlardaki “Tanrı”, hangi “Tanrı”dır tanıyın:

  “Yüce Varlık: Bütün yaratıklardan üstün; dünyayı ve evreni yaratan, hep var olan ölümsüz; sonsuz kudretleri bulunan; ölümün ve hayatın mutlak hâkimi; iyiliklerle dolu, fakat sırasında insanları ve dünyayı cezalandıran; törenlerin ve âdetlerin yaratıcısı.. .”617

Kuşkum yok, bu satırları okuyanlar, “Tanıdık!” diyecekler. Ve burada anlatılan “Tanrı”nın, “Kutsal kitaplardaki “Tanrı” olduğunu söyleyecekler. Haksız değiller. Çünkü söz konusu kitaplarda da aşağı yukarı böyle anlatılır “Ulu Tanrı”.

Ne var ki, yukarıda okuduğunuz satırlarla, “ilkel toplum”lardaki “Yüce Varlık” anlatılıyor. Bu satırlarla anlatmaya çalışan; Sedat Veyis Örnek. Prof. Dr. Örnek, şunu da ekliyor:

  “Yüce Varlık inancı, çeşitli kültür basamaklarındaki ilkel toplumlarda, birtakım değişiklikler göstermekle birlikte, ana çizgileri bakımından aynıdır.”618

Yazar, “ilkel toplumlarda inanılan Yüce Varlık”la “Tektanrıcılık” dönemindeki “Tektanrı”nın “karıştırılmamasını” öğütlemeyi de unutmuyor.619 Gerçekten de çok kolay karıştırılabilirler. İkisi de görünmeyen, ikisi de uydurma. “Nitelikleri” de aynı. Hemen hemen...

“Yüce Varlık” düşüncesi, “ilkel toplum”lardaki “kafa”larda yaratıldığına göre, “kutsal kitap”ların “Ulu Tanrı”sı da bu kafalardan gelmekte.

“Mana”yla ilgili olarak da bir yabancı incelemecinin yazdıklarından aktarayım:

  Durkheim’a göre, mana, ‘kişilikdışı bir Tanrı’dır.

  “Daha önce bütün dinler hakkında yaptığımız incelemeyle ilgili bir sonuca varmak gerekirse, denebilir ki; bu dinlerin hepsinde doğrudan doğruya veya dolayısıyla, kendine özgü biçimde veya onu şahıslandıran kalıntılar, semboller, tasvirler şekli altında, hep; bu ‘mana’ fikrine rastlanmaktadır.”620

“Mana”...

Hangi “kafa”larda yaratılmıştı?

İlkel kafalarda.

Öyleyse daha çok uzatmaya gerek var mı?

e) “Kutsal kitap”ların “Tanrı”sı, “ilkel toplum”larda “mayalandığı” için; “inanç düzeni”ne de “ilkeller”deki inançlar, çok büyük çapta taşınıp katılmıştır. Bu kitapların dinlerindeki inançların çok büyük bölümü, “ilkeller”den gelmedir. Bu kitapların dinlerinde son derece önemli yeri olan “melek” inancı, meleğin karşısında gösterilen “şeytan” inancı, bir başka söylenişle “iyi ruh”lar, “kötü ruh”lar o kaynaktan gelmiştir. Daha niceleri var. Nice “tabu”lar da aynı kaynaktan gelip kurulmuştur “kutsal kitap”ların dinlerine.

2. “Tanrı”, korku, umut ortamında yaratılıp yaşatıldığı gibi, hangi toplumda olursa olsun, bu uydurma görünmeyen “güç”; korkunun, umudun kaynağı da olmuştur.

Değişik adlar altında “Çoktanrı”ya inanıldığı kesimlerde, bu “Tanrı”ların bir bölümü “korku”, öbür bölümü “umut” vermiştir insanlara. Kimi zaman da, aynı “Tanrı”da inanılan iki “sıfat”tan biri “korku” aşılamış, öbürü “umut”!.. Tanrılarını “Tek” diye “ilan” etmiş olan “din”lerin “Tanrı”sının da “iki yüzü” vardır; Bir yüzü “korku”, öbür yüzü “umut” körüklemekte. “Sıfat”ları ve kendisi gibi uydurma “güçler”i de korku ve umuda göre ikiye ayrılmış durumda. O nedenle bu “Tanrı”; hem “baba” gibi seven, acıyan, bağışlayan, hem de en acımasız insanların bile yapamayacağı türden “ceza”landıran, “dayanılmaz işkence”lere çeken, hem “hoşgörü”lü, hem “zorba”... Onun için kendisi gibi uydurma olan güçlerinden kimi “iyicil” (“melek”ler), kimi “kötücül” (şeytanlar, korkunç “cin”ler)...

3. “İlkel toplum”larda “mayalanma”, korku-umut ortamında doğup büyüme, bu ortama sürekli “kaynak” olmuş, “köleci toplum”larda “son biçim”ini almış bir “Tanrı”yla gelen “din”lerin “ahlak”ı nasıl olur? Nasıl olabilir?!

Aynı “Tanrı”nın “ilkel inanç”ların “pislik”leriyle dolu “kutsal koru”sundadır bu “ahlak”. Korku, umut üstüne kurulu. Ve “Tanrı”sı gibi “ikiyüzlü”... “Sürü”ler için oluşturulup geliştirilmiş bir ahlak. İnsan kitlelerini “evcil hayvan sürüleri” yapmak ve öyle tutmak için. Güçlüler, “efendiler” yararına. “Efendilik, kölelik”, şu ya da bu ad altında, şu ya da bu biçimde sürüp gitsin diye.

Gezegenimizde, egemenlerin sahip çıkıp yaşattıkları “ahlak” budur işte. Eğer “din”ler bir gün tüm kurumlarıyla giderse, yıkılacak olan ahlak da budur.





İnsanca bir yaşam dileğiyle ...





KAYNAK KİTAPLARIN LİNKLERİ

1.      Arif Tekin, Sümerlerden İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler

2.      Turan Dursun, Kutsal Kitapların Kaynakları 1





Free Web Hosting